Prof. Dr. Raşit Küçük
İslam Dini, insan unsurunun önemli ve vazgeçilmez ihtiyaçlarından biri olan tıp alanına gereken değeri vermiştir. Buna göre, öncelikle öğrenilmesi gereken ilimlerden biri de tıp ilmidir. Yeterli miktarda doktor yetiştirmek ümmet üzerine farzdır. Aksi taktirde bütün Müslümanlar mesuliyetten kurtulamazlar. Ferdin ve toplumun ihtiyacı olan her ilim için aynı prensipler ortaya konmuştur.
Aklı başında her Müslüman, İslam'ın iki ana kaynağı olan Kur'ân ve Sünnetin birbirinden ayrı düşünülmemesi gerektiği gerçeğini kabul eder. İnsan hayatının her safhasını kapsayan esasların, bu iki ana kaynaktan araştırılması gerektiğini bir kere daha hatırlamalıyız. Tıbbın ilgi alanı insan olduğuna göre, Kur'ân ve Sünnetin konuya gereken önemi vermesinden daha tabii bir şey düşünülemez.
Kur'ân-ı Kerim, çeşitli vesilelerle insanın ruh ve cesetten meydana geldiğine dikkat çeker. Bu gerçeğe bağlı olarak, hastalıklar da maddi ve manevi olmak üzere iki çeşittir. Kur'ân ve onun bir açıklaması, bir ilavesi sayılan sahih hadisler, her iki çeşit hastalığın sebep ve sonuçları üzerinde dururlar. Kalbin hastalıkları, ya şek ve şüphe veya şehvet ve sapkınlık şeklinde olur. Kur'ân-ı Kerim'de bunların her birine ayrı ayrı işaret edilmektedir. Bu hastalık çeşitleri, çoğu kere, bedenî hastalıkların da ilk sebepleridir. Kalbî hastalıkların çaresi, Allah'a ve Rasûlu'ne inanmak ve bu inancın gerektirdiği şekilde yaşamaktır. Kalbî-ruhî hastalıkların maddi ilaçlarla tedavisi söz konusu değildir. Kalblerin itminanı Allah'ı anmakladır.
Kur'ân-ı Kerim, bedene ait hastalıklardan da bahseder ve bu durum pek çok fıkhî hükümlere konu teşkil eder. Hasta bir insanın, hastalığın derecesine ve cinsine göre, nasıl abdest alacağı, namaz kılacağı, oruç tutacağı vb. konular fıkıh kitaplarımızda az sayılmayacak bir yer tutar.
Bedenle ilgili hastalıklardan korunma çareleri üzerinde de durulur. Sıhhati korumak, sıhhate zarar veren şeylerden sakınmak, helal olmayan arzu ve isteklerden uzak durmak genel prensiplerdir.
Kıyamete kadar bütün insanlığa hitap edecek olan bir dinin bu espriye sahip olması büyük önem taşır. İslam tıbbının temelini oluşturan yapı, sıhhatli insan ve sıhhatli toplumdur. Ruh ve beden açısından sağlıklı insanlardan oluşan bir toplum, gözetilen hedeflerin başında gelir. İnsan sağlığını tehdit eden her tehlikenin bertaraf edilmesi esastır. Bunun içindir ki, tıp konusunu hareketlerimizdeki, yiyecek ve içeceklerimizdeki helaller ve haramlarla bağlantılı düşünmek zorundayız.
Kur'ân-ı Kerim ve sahih sünnetin koyduğu kuralları, zaman eskitip yıpratamaz. Bu ana tema tıp konusunda da geçerlidir. Bütün tedbirlere rağmen, hastalık kaçınılmaz bir vakıa olarak karşımıza çıkabilir. O zaman yapılacak iş, tedavi yollarına başvurmak, şifaya kavuşma çarelerini aramaktır. Kur'ân-ı Kerim çeşitli âyetlerde şifadan bahseder. Hz. Peygamber, bizzat kendisi hastalığı esnasında tedavi yollarını araştırıp başvurduğu gibi, hasta olarak kendisine müracat edenlere de bu tavsiyelerde bulunmuş, tedavi yol ve yöntemlerine de genel manada işaret etmiştir.
Sahabe, her konuda olduğu gibi, tıbbi konularda da Peygamberimiz'in tavsiyelerine uymuşlardır. Hz. Ömer'in (ra) Şam seferi sırasındaki tavrı, bunun önemli örneklerinden sadece biri ve toplumu ilgilendirenidir. Hz. Ömer (ra) ordu komutanı Ebû Ubeyde'nin (ra) Şam'da veba olduğunu haber vermesi üzerine, ashabdan müteşekkil - bir nevi- sağlık şurasını toplamış, Hz. Peygamber'in "bulaşıcı hastalık olan yere girmeme ve oradan dışarı çıkmamayı" emreden hadislerine dayanarak Şam'a girmemeye karar vermiştir. Hz.Peygamber'e uyma yönündeki bu uygulama bütün ümmeti kapsamaktadır.
Nebevî tıbbın temelinde sağlam bilgiler ve doğru esaslar vardır. Her konuda olduğu gibi, tıp konusunda da batıl inanış ve hurafelere karşı ciddi biçimde tavır ortaya konulmuştur. Tıp konusundaki sahih rivayetler, her zaman araştırmaya konu teşkil edecek niteliktedir. Önceleri anlaşılması güç görünen bazı sahih hadisler, ilimlerin tekamülü sayesinde çok sonraki asırlarda açıklanabilmiştir. Şu halde, mahiyetini kavrayamadığımız bir hadisi şüphe ile karşılamak veya reddetmek yerine, anlaşılmasını zamana bırakmak en doğru yol olur. Bugün için anlama imkanımız olmayan bazı hadislerin daha sonraları anlaşılmayacağını nasıl bilebiliriz? Bütün bu düşünceler, belki çeşitli dallarda yetişmiş mesleğinin mütehassısı kişilerin Tıbb-ı Nebevî'ye yeniden yönelmelerini gerektirmektedir.
Hz. Peygamber'in tıbbı, umumi hatları içinde hıfzu's-sıhha ve tababetle ilgili tavsiyeleri ihtiva eder. Bulaşıcı hastalıkların salgın halde bulunduğu yere girmemek ve bu yerlerden dışarı çıkmamak, vücut temizliği başta olmak üzere, yiyecek içeceklerimizin ve çevrenin temizliğine gereken önemi vermek, israftan sakınmak, yiyecek ve içeceklerde denge muhafaza etmek, zararlı yiyecek ve içecekleri yiyip içmemek gibi temel tavsiyelerin yanında, hastalık anında en ehil doktora başvurmak, cahil doktorlardan uzak olmak, hastalığın tedavisine gayret etmek vb. konular hadislerde yer almaktadır.
Hadislerde, her hastalığın bir çaresinin olduğu hatırlatılarak, tıbbi araştırmalar teşvik edilmiş olmaktadır. Ayrıca tedavi yollarını araştırmak da teşvik edilmiştir. Tedavi yollarından bahseden pek çok hadis yanında, "haramla tedaviden sakındıran" hadisler de vardır. Hastalığı tedavi için ilaç kullanmak, kan aldırmak, son çare olarak ateşle dağlamak hadislerde zikredilen tedavi usullerindendir. Bitki cinsinden pek çok tabii madde, tedavi malzemesi olarak sayılmış bulunmaktadır. Bazı hastalıkların okumak ve nefes etmek (rukye) yoluyla da tedavi edildiğine sahih rivayetlerde yer verilmiştir. Her tedbire başvurulmasına rağmen hasta şifa bulmayabilir; onun için, tıp ile kader arasında bir bağ kurulmuştur, inanan bir insan için ruhi tatmin açısından bu sonuncu nokta son derece önemlidir.
Hz. Peygamber'in sağlık politikası ve konuya gösterdiği özen, İslam toplumunda tıbbın gelişmesinin en önemli âmili olmuştur. Tabip olarak adlandırılan pek çok alime rastlamaktayız. İslam tıp tarihi en geniş araştırma alanlarından biri olabilir. Nebevî tıp ile ilgili hadisler, daha başlangıçtan itibaren bütün alimlerin, özellikle muhaddislerin dikkatini çekmiştir. Onlar, bu konudaki rivayetleri toplayıp tasnif etmeye özel bir gayret göstermişlerdir. Kütüb-i Sitte olarak bilinen altı meşhur hadis kitabının müellifleri arasında Tıbb-ı Nebevî'ye müstakil kitap veya bablar ayıranlar vardır. Buharî, meşhur eserinde "Kitabu't-tıb" ve "Kitabu'l-merdâ" başlığı altında iki müstakil bölüm meydana getirmiştir. Ebu Dâvud "Kitabu't-tıb'"ı ayrıca teşekkül ettirmiştir. Tirmizî, aynı zamanda Cami' olarak adlandırılan eserinde tıp bölümüne yer vermiştir. İbn Mace de eserinde tıp konularından uzak kalmamıştır. İmam Müslim ve Nesaî gibi müellifler, tıp konusuna müstakil bir kitap veya bab ayırmamışlarsa da, tıpla ilgili hadislere çeşitli vesilelerle yer vermişlerdir.
Yine ilk dönem eserlerinden olan müsnedlerde tıp ile ilgili rivayetler -bu eserlerin karakteri icabı- dağınık bir şekilde yer almaktadır. Mesela, Ebû Davud Tayalisî (204/819)'nin Müsned'inin müretteb şeklinde tıp kitabı müstakil bir bölüm halindedir. Ahmed b.Hanbel (240/854)'in Müsned'i de pek çok tıbbi hadis ihtiva eder. Kütüb-i-Sitte öncesi dönemin eserlerinden olan İmam Malik (179/795)'in Muvattaı ve Abdurrezzak b.Hemmam (210/825)'ın Musannef'inde tıbbî konuları ihtiva eden pek çok hadis ile, dağınık da olsa ilgili bablara rastlama imkanına sahibiz.
Daha sonraki dönemlerde meydana getirilen hadis kitaplarında da tıp konusunun ihmal edilmediğini görmekteyiz. Bagavî (516/1122)' nin Şerhus-Sünne'sinde Kitabu't-tıp müstakil bir bölüm halindedir. İbnu'l-Esir (606/1209), hacimli eseri Câmi'u'l-Usul'de Kitabu't-tıbba yer vermiştir. Heysemî (807/1404)'nin Mecmau'z-zevaid'inde, Kitabu't-tıp yer almaktadır. Yine bir zevaid kitabı olan İbn Hacer Askalanî (852/1448)'nin Metalibu'l-âliye isimli eserinde Kitabu't-tıp müstakil bir yer tutar. Nihayet, daha sonraki bir dönemin eseri olan Kenzu'l-l Ummâl'de, Kitabu't-tıbba ayrılan bölümlerde müellif 508 hadisi bir araya getirmiş bulunmaktadır.
Hacimli hadis kitaplarında yer alan Tıbb-ı Nebevî ile ilgili bölümlerin dışında, müstakil olarak meydana getirilmiş eserler de vardır. Umumiyetle Tıbb-ı Nebevî adını taşıyan bu eserlerin meydana getirilmeye başlanıldığı dönem, erken bir devreye rastlamaktadır.